27 Aralık 2010 Pazartesi

24 Aralık 2010 Cuma

nası bir döngüdesin küçük kız.  ne yöne varmaktır amacın. midenin yanmasına sebep senken,dilinden balla dökülen laflara sahip çıkamayanda sendin. kocaman bir lunaparkta hangi eğlence aracı seni çekecek kendine. sadece eğlenmelimisin burda , korkudan kendini rezil edecek kadar büyümek mi istersin, yada küçülmek , senin deyiminle.. sadece şarkı söylemeye mi geldin bu dünyaya!!! duyur sesini. en derinden yüzeye  doğru haykır ritimlerini. seni duyacak birisi olacaktır.

17 Aralık 2010 Cuma

dört kişinin içinde özellikle iki kişinin, yağlarını sevdiği, uzak ülkelerde yaşayan bir kız varmış. eskiden yakından da öte şimdi lüks kafası yaşayan uzakta bir kız. iki kişiden biri ona pembe şekerler hediye etmiş. kızda iki kişiden birine parfümlü hediyeler vermiş.
kıza dört kişi yanaşıp yeni hikayeler anlatmış. kız hikayelerin karmaşıklığına vurulup kendini bu hikayelerin içinde bulmuş. hikaye kafası yaşamaya başlayıp, eski hikayeleri bir kenara fırlatmış.

eski bir kişi ona yine pembe şekerler yedirmiş. kız KUSMUŞ!!! eski bir kişi hala nefretini KUSAMAMIŞ!!! çünkü o hala pembe şekerler kadar masum ve değerliymiş, eski bir kişinin gözünde! çünkü eski bir kişi onu gözünde büyütmüş, büyüteçle büyütmüş, şefkatle büyütmüş, emekle, sevgiyle, gözyaşıyla,tebessümle..

o eski bir kişi bir gün rammstein dinleyip kızın ağzına kusacakmış..
keşke yanında olsaydım. kolay olurdu o zaman. sen sussan ben anlatsaydım. yorulunca uyusaydım.

16 Aralık 2010 Perşembe

yeraltındaki hazinelerin bekçisi cüce gnome'lerin prensesi Vivian, doğduğumda kulağıma şöyle fısıldamış;

Dolu dolu bir hayat yaşayacaksın
Çok hassas biri olacaksın
Bülbül kadar güzel sesli olacak, şarkı söyleyeceksin
Cömertliğinle kalpleri kazanacaksın
Güçlü olacaksın.

24 Kasım 2010 Çarşamba

bir somon ekmek kadar his sadece..

bu şarkımda sana verebiliceğim tek şey oldu -his-  


bu denizin dibine dalmak gibi; su teninin her karesinde dans ederken, tek başına kalırsın. yalnızsındır. kulaklarını son raddesine kadar sessizlikle doldurursun. ya tüm yalanlardan, körü körüne yaşanan sahtelikten uzakta olduğun için şükran duyarsın, ya ruhunu tanıyıp, yalnızlığından hoşlanır; ona merhaba dersin, ya korkarsın, ya da -ciğerlerin kalan son nefesi vücuduna dağıtırken- bir an önce -nefes alma- isteğiyle yanıp tutuşarak yüzeye ulaşmak için;  yüzersin ve bir daha asla dönmezsin oraya..

her seçeneğin sonunda; kendinde bir parçayı tanımış olarak ayrılırsıno denizden..benden!

17 Kasım 2010 Çarşamba

sözcükler kattıkça sana, anlamsızlaştın.

                     
                            HÜZNÜ KOKLA TENİMDEN !

14 Kasım 2010 Pazar

13 Kasım 2010 Cumartesi

saydam

ne güzeldir insanlar, evde ayaklarını uzatmış kahvelerini yudumlarken. ilk uyandıkları sahne ne güzeldir; gözler yumuk, dudaklar dolgun ve kırmızı, surat yamulmuşken.

sanat eserisin kadın! ne eklenebilir sana bir şey, nede çıkartılabilir. duruyken su kadar güzelsin sen.

...

Geride ince elbisesini yere bırakırken, çıplak ayaklarını taşlara basarak uzaklaşıyordu.. Dizlerini karnına çekerek oturdu küvete. Suyu bedeninde hissederken, sadece duruyordu, . 
Sahneler canlandı göz bebeklerinde. kan gördü, gözyaşı, tebessüm, tahammül, özgür ruh..  - soğuk ve sıcak renkler var gözlerinde, hepsi bir arada - Beline düşen saçları, sonu yokmuş gibi görünen okyanuslarda dans ediyordu. maviye bürünmüştü kadın. masmavi bir deniz canlısı. evet, orada canlıydı. Suya girdiğinde; beden yavaşça küllere dönüşüp, ona yalnızca ruhunu yaşamasını öğütlüyordu. Biraz duygu..
Gözlerini açıp, soğuk taşları, küvetini gördüğünde; anekdotlarını hep kendine sakladığını farketti. Bundan farklısı olamazdı da zaten. Çünkü:
Kendisine rağmen; kendisine hisli.

marjinal maneviyat

..o kadar başkaydı işte! bambaşka.

11 Kasım 2010 Perşembe

NASIR EL ( GÖZ PERİSİ )

küçük güvercin o. her an her yerde! kargayla muhabbeti pek sever. karga ona iri kanatlarını gösterip korku saçtığında; göklere anarşik davranan binaların arkasına saklanıp, onu izlemeye devam eder. karga, koptuğu hayattan bir tek onun yanında haz duyarken, güvercini etrafından uzak tutmak zorunda kalmıştır.
güvercin çaresiz. bakışları içinize işler! -daha önce görmüş olsalardı eğer...- kimse görmez onu, o kadar küçüktür işte.
büyük güvercin o! yeri geldiğinde kartalları korkuttu, gördüm!
şimdi;
bir fanusun içinde uçmaya devam ediyor. kocamanmış dünyası ona göre. 
bakalım karga onu fanusundan azat edecek mi?

9 Kasım 2010 Salı

1 KADAR TEK, 2 KADAR EŞLİ KADIN..

..Ve nihayet son noktayı ümüğüne koyar! hala 1 kadar tektir ve anca onun kadar hür.       ~√\^√\'~------    ...       

5 Kasım 2010 Cuma

üç yumurta kırdım ve düşündüm ki..

Bir yumurta; bir tavuk ve horozun yavrusu. 
Eğer bu tavuk ve horoz, insanları elde tutabilecek güce sahip olsalardı, büyük ihtimalle bayıla bayıla cenin yiyeceklerdi. Pek garip.

31 Ekim 2010 Pazar

patlayan şeker aldım sana, çocukluğuna duyduğun özlemden yola çıkarak.. onları ağzında patlatamadan sözcükler içimde patladı.
hazırladığım gibi anlatamadım. kolay olmayacaktı belki ama bu kadar zor da olmayacaktı.

sessiz ve soğuk rüzgar esmeye başladı işte! kahretsin! o döngüye girildi bir kere! kimse bozmayacak bu sessizliği, burda soğuktan donarak öleceğiz kesin! şeker gibi patlattık içimizde anlatmak istediklerimizi. İkimizde kendimize konuşuyorduk.asla dilimizden kopamayacak sözcükler seçmiştik belki de. duygular peydahlamıştım sana. sen hariç, ben dahil kimsenin anlam veremediği duygular.sen simsiyah ben bembeyazdım, ben simsiyahken sen bembeyazdın. herşeye rağmen seni yaşayarak öğrenmek istiyordum,. bunu yapacağım.

beni sana bu denli bağlayan şeyden kaçamıyorum; tüm hatalarına rağmen, yanında barınan ufak melekten! çoğunun sahte, çıkarcı, şeytan bakışları arasında, senin yumruk olmuş kalbin ace-yle yıkanmış gibi tertemiz! pak kokuyor!

seni şimdiden özledim küçüğüm.. seni çok özledim.

28 Ekim 2010 Perşembe



...
Tüm bunlardan sonra kadın kendini boşluğa bırakmış.. Tüm o karmaşalardan uzaktaymış düşerken.

Bir ara, gözünü kapadığında pişman olur gibi olmuş. Sonra.. 

Sonrası yok! Belki kurtulmuştur. Belkide bedenini havadan izliyordur.


- o kadın benide alsa ya yanına boşluğa

* ama o boşlukta. sen boşluğa kendini bırakınca ne olucak?
 hiçbir zaman aynı noktada buluşamayacaksınız
 sen geride kalmış olucaksın, çünkü o çoktan atladı


 - olsun, aşağıda -buluşmak- umudu yetmez mi?


 * düştüğünde ölürsün, öldükten sonrada buluşmanın bi anlamı yok
  hem yarı yolda pişman olursun zaten.

- ya inanırsam düşünce ölmeyeceğime?

 * o zaman da aynı yola çıkar sonunuz. kadın ölmüş olur sen yaralı kurtulsanda

 - kadınıda inandırırsam?!

 * inandıramazsın çünkü vakit yok o atladı sesin ona ulaşmaz


 - neden kadın ölmek zorunda, beni tanımadan  ?!!!

.


Hiç evine gitmedim.


Birkaç gün önce onu uyurken izleme fırsatına nail oldum. Yüzüstü, ağzı aralanmış, öylece uyuyordu (: Sanki bu yaşına kadar kötülükten bi haber yaşamış gibiydi, gözleri kapalıyken.

 
Dün ona odasını tarif ettim, her ayrıntısına kadar. Eşyaların yerlerini,büyüklüğünü,
beyaz çarşaf üstüne, lila renkli çiçek desenlerinin arasında uyuyuşunu tarif ettim;

O uyurken göremez kendini diye.
o zaman benzin döküp yakarım toptan!


 
kalörifere sokulmuş zar zor ısınırken perdeyi kaldırdım. tesadüf eseri gördüm. gökyüzünde garip şeyler oluyor
bir şeyler alelacele kaçıyor gibi, bir şeyler..

bulutlar emin adımlarla yollarında ilerlerken
bir şeyler hızla koşuyorlar hüzünden huzura doğru.
her seferinde renkleri değişiyor.

fazla sorguluyorum hayatın renklerini. bazen düşünüyorum;
pembeyi anlasam, griyi görsem, sarıdan tatsam. hepsi aynı bütünün parçasıysa neden renklere takılıyorum?
renk ışık demekmiş ya. önce ışığı görmem gerek!

meleklerin yoldaşı olsaydım bende. sorularıma cevap bulamıyorum burda.
tüm derdim anlamlandırmak olmuş üstelik.



koca bir kazanda fokurduyor ruhumun melodileri.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Ben duruyorken, herkes gidiyormuş gibi.

Ne tür oyunlar dönüyor etrafımda? Ben bu oyunların neresindeyim? Pastayı böyle kabartan nedir acaba?

Hayatımdan insan çıkartabilmeyi kolay hale getirmeliyim. -Bu çok kötü bir özellik olurdu- dediğini duyar gibiyim. Ben etrafımda sayarken, benciller yaşıyor!

O zaman iyilere ÖLÜM!!!

23 Ekim 2010 Cumartesi

TİN

"Elma dersem çık, armut dersem öl. elma'hküm" derken, bir adımlık mesafe kalmıştı aramızda. O, adımı atmak isteyen, ben ise adıma teslim olmak isteyendim. Üstelik ikimizde farkındaydık bu durumun. Yeni doğmuş öksüz kediydik ikimiz aynı ormanda, süt dileniyorduk Tanrıdan.                                                   

Duyduğu her şarkıda anımsadığı gözlerime, uzunca bir zaman sonra bu kadar yakındı. Gözlerimin nefesini hissediyordu, tıpkı eskisi gibi. Tıpkı bana uzak olduğu anlardaki gibi tadamıyordu göz yaşlarımın tuzunu.                                                        

Sonra durup düşündük. bir adımın değiştirebileceği hiç bir halt kalmamıştı. Bunu -beyin yoluyla edinip, kan pompalayan organa yüklediğim duyguya- dank ettirir ettirmez ilk adımı ben attım, geriye. Ardımda bir adımlık ses bıraktım, bana doğru.. Geriye dönüp bakamadan yürüdüm, sonunu bir türlü kestiremediğim adımlarıma, yarım yamalak güvenip yürüdüm..                                                                                               

Uzunca bir yürüyüşün ardından..                                                 

                                     .....                                               
Hala anlamlandıramıyorum. Ya aklını yitirdin sayemde, ya da hiç sahip olmamıştın ona .

22 Ekim 2010 Cuma

saf adam ne kadar durusun; toprakla özdeş gibi.. 

kimse seni önemsemiyor ha ? sonunda herkes dediğine gelecek.. ama o zaman ellerinin yerine geçmiş solucanlarla, gözlerindeki böceklerle boğuşuyor olacaklar.. çoğu saflığının beyazlığına özenmekten başka bir şey yapamayacak -ki bu, onlar için büyük gelişme olacak-

kendi saflığının sınırlarını zorladığında, bir kadın göreceksin. kocaman elleri ve ayakları olan, narin bir kadın! ona bakan yüzeysel gözlerden uzağa kaçıp kendini sana bırakacak. işte artık gerçekten bembeyazsınız! 

   



   Bu sizin tatlı 
   -son-unuz .

mutluluk

Bir sürü resmin arasında sıkışıp kalmış müzik! Deneyebileceğim kadarını demeden pes etmek ; ekmek çalıp, beş yıl hapis yatmak gibi olur .

13 Ekim 2010 Çarşamba



Göbek bağımın kopmadığı günlere dönesim var. O saflığa. Tanıdığım herkesin değilse de, akranlarımın temiz olduğu günler..
Hiç susmadan şarkı söyleyesim var günlerce, hiç susmadan! Arada durup küfrederek, sesimin ulaşabiliceği son noktayı denemek isterdim! Evet, bunu hep istemişimdir. Yaratıcı küfürler bulmak aynı zamanda. Belki sonra deliliğimi selamlamak, kahkalarla..
O, ruhumu boşluğa iten, uzunca bir süre korkunun, boşlukta düşüş hissinin verdiği panik havasının geçmesini bekleyen, anca bunlardan sonra ruhunu kurtarabildiğin şarkıyı açardım sonrada. Sahiplerini anımsayamadığım seslerin " çok güldün gene ağlayacaksın " demeleri gelirdi aklıma belki, "çok gülmenin cezasını çekiceksin!" derdim kendime.. Bu sefer yastıklara gömülmeden ağlardım ama, sabi gibi çığlık çığlığa hemde. Sabinin oyuncaksız kalışı kadar acıklı olurdu hıçkırıklarım.
Bobo'yla bakışırdık. Anlamlı gözlerle bakardı anlattıklarımdan sonra. Ya üzülürcesine halime, ya da cenazedeyken kendini tutamayıp gülenler gibi bakardı o.
Hayır anlayamazdın nası baktığını. Gerçekten.. Anlatmazdı ki. O istemezdi bunu bilmeni zaten. Ama anlamlı bulurdun işte.Sadece anlamlı bulurdun o kadar. Başka sıfatlar yükletmezdi o bakışlarına!...
Sakın seninle onun hakkında konuştuğumu söyleme. Kızar bana -ilan etme deliliğini öyle herkese- diye.
Öleceksin. Gömülecek etten duvarın, toprak altına. Solucanlar burnundan girip gözlerinden çıkacak. Toprağa yem olacaksın. Toprağa karışacaksın insanoğlu.

Aynı toprak çiçekler açacak, meyveler verecek kalanlara..

Bir gün bir çiçek göreceğim seni anımsatan; bembeyaz, kokusunu duyumsadığım bir çiçek. Yanına gidip koparmadan ona bakacağım ve ruhuna bir dua hediye edeceğim.


Ruhun yaşayacak, bedenin yaşatacak beni.

( )

Yaşattığın duygu ne kadar yoğun, derin ve güzelse, o kadar korkuyorum senden, o kadar kaçıyorum sevginden. Çocukluğumu hatırlatıyor şefkatin..

Elimde avucumda tozlarını topladığım sevgimin hor kullanılmasından ürküyorum. Tüm derinliği yanında uzanır halde bırakıp kalkıyorum yanından, bir sigara yakıyorum.

12 Ekim 2010 Salı

         Nasıl bir sınav bu sence? Hep bir parça umutla yaşayabilirmi insanoğlu? Azıyla yetinmeyi bilir mi, koca dünyanın tamda içindeyken , içinde olmak yeter mi? Tam ortada olmamaya dayanabilirmi şu bildiğimiz insanoğlu?
        Diğer boyutlara gidersem, müzik benimle gelecek mi? Çocuk saflığına bir daha dönebilecekmiyim ben? 
        Bazen zor, bilmezsin. Hele duygu yoğunluğun yük olmaya başlamışsa. Herşeyde bir parça çelişki barınıyorsa. İnce melodileri duyup, anlatamıyorsan. Sadece samimi olmak yetmiyor ve hatta kaybetmene neden oluyorsa bazen. Denge işareti sadece sembol olmaya yetmişse.
         ...
        Yeşilliklerin üzerinde uzanıyorum. Saçlarımı papatyalar bezemiş. Geniş bir ova burası, kokusunu doyasıya içime çekebileceğim bir yer.Gözlerimi güneş zorluyor ama açıyorum.. Renk ışık derler, bu parlaklığı ışığın yarattığını daha iyi anlıyorum şimdi. Ve duyuyorum.. Let it be çalıyor uzaklardan.. Bembeyaz elbisemle dans ediyorum, çıplak ayaklarım çimlerin üzerinde huzur bulurken.. Herşey yavaşlıyor, ama yıllar geçiyor gözümün önünden bir çırpıda. Anlam veremiyorum, bir yandan da varoluşu anlıyorum sanki.
      Tanrı koca bir parlaklık sanki, sonsuz sevgi, hep aradığım gibi bir sevgi.. Karanlık bile korkutmuyor artık beni, yalnızlık bile.. Hiçbir zaman yalnız olmadığımı anlıyorum çünkü..
        Huzur diyorum. İşte -huzur-   !