25 Aralık 2012 Salı

RaObi -ak saçlı kadın-



-Onun kırmızı, dolgun ve ufak dudaklarından dökülmeyen her cümle kalbinizde kini doğuracak..
Bu kin, size minik bir farenin insan bedeni içindeyken yaratabileceği hasarları gösterecek.. 
Yavaş yavaş kötü sonunuzu hazırlayacak, sizi boğacak olan kininiz..

...
Raobi, beyaz tenin üzerinde ışıldayan kırmızı dudaklara ve yanaklara sahip, gözleri ruhaniliğe boyut katan ak saçlı bir kadın olmuştu artık, su perilerinden uzakta kaldığı günlerden sonra.
Gördükleri, savaştıkları, yaratıklar ülkesinde yaşadıkları onun siyah yanını var etmişti ve bunu -kaçınılmaz son- olarak nitelendiriyordu. 

İlk kez vazgeçiyordu duygu dolu yanından -yara almasına sebep olan zaafından.- Yeni doğmuş bir çocuğun saflığını içinde, her zerresinde hissedip -yaradılışın en güzel yanı olan sevgiye- inanmamayı öğütlüyordu ona gördüğü savaşlar. 

Uzun süredir açılmamış kırmızı dudaklar sonunda dayanamadı bu aynılığa ve döküldü sözcükler "Bir daha asla bülbül sesimle söylediğim şarkılarımdan armağan etmeyeceğim ruhuna, yemin olsun! Çünkü doğduğumda kulağıma fısıldanan şarkıyı söylemeyi, o kadar şiddetli bir arzuyla istemeseydim, asla dokunamayacaktın sen ruhuma" dedi. "Acaba neler yaşayacaktım? Rehber niteliği kazanacaktım, su perilerine öğütler verip onları tüm kainatı doldurabilecek olan yüce sevgi bütünüyle donatıyor olacaktım. Hiç susmadan şarkı söyleyecektim bir kere, anlamlandıracaktım.. Annesinin dizinin dibinde, saçları iki yana örgülü, kurabiye kokan kızı arıyorum, saf oyunlarımızı.."

Raobi göğsüne saplanmış bir oku çıkarıyordu sanki! Duygusunun, zaafının göstergesi olan gözyaşları akacaktı biraz sonra. Esiri olmamalıydı gözyaşlarının! Farkedince hemen yutkundu, artık ak saçlı kadın olduğunu hatırlattı kendine ve yumru gibi boğazına oturanı söktü aldı yerinden apar topar! Ve devam etti;

"Sen bir yaratıksın bizim ruhumuzla beslenen! Beni herkesten koruyup, sakladın. Kedilerin ortasındaki ciğerden farksızım belki burada ama senin yanında bir daha hiç olmayacağım kadar güvendeyim..Uçmak istiyorum güvensiz dağlara.. Yürümek, düşmek, kalkmak istiyorum.."

Yaratık, Raobi'nin konuşması için elinden geleni yapar, sonra olurda sonunda onu konuşturabilirse verecek cevap bulamazdı. Ne onunla olmayı Raobi'ye kabul ettirebiliyor, ne de onsuz olmayı düşünebiliyordu. Tek bildiği bu bencil sevginin sonsuz ömrü boyunca yanından ayrılmayacağıydı. "Raobi hep yanımda kalacak, güvenli kollarımda uyutamasamda onu, uyurken nefesini dinleyebileceğim, göremediği bin kolumla sarılacağım ona!" diye geçirdi içinden.


26 Kasım 2012 Pazartesi


Ben birinin kaderiydim belki..        

Öldüm.

Kaderim miydi? Yok. Ben birinin kaderiydim, yarım kaldı; haberi yok. Haberim yok ondan.

Ben birinin kaderiydim belki ama öldüm.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Bu havada olabilecek son şeydi yağmurun yağması.. Raobi bu kente gün ışığı doğurmuştu. Bakire ana, oğluna bakıp; "Birazdan görünmeyeksin gözüme, bulutlar kapatacak yüzünü, ışığının sıcaklığı kesilecek bedenimden ve ok gibi vuracak her damla beni, üşütecek" dedi.

"İşte başlıyor karanlık gökler yaş dökmeye. Çünkü ben inanmıştım göklerle olan bağına.." Kesti oğluyla bakire ananın görüşünü bulutlar ki inanç kanıtlanabilsin. Zamanlama bu kadar mükemmel işleyemezdi zira. Hiç inanmadı Raobi tesadüflere. Tesadüf dünyanın dönmeyi bırakması olurdu. O hayvanlara inandı -konuşmadıklarından olsa gerek-

"Yağmur ekinim için gerekli, ben oğlum için"

9 Mayıs 2012 Çarşamba

RaoBi.

Kızgın lavlar içinde kalan su perisi Raobi tedirgindir..

Kabuğuna sığamamayı diledi, durdu! Yüzdüğü suları hatırladı, gördüğü manzaraları, erişilemez duyguları.. Hepsi gerisinde kalmıştı. Her ne olursa olsun geri dönülemeyecek yollar aşılmış, kulağına -bülbül gibi güzel sesli olacağı, kalbinin yıldızlara ulaşıp, orada dans edeceği- fısıldanılmıştı. 


...

Ergin su perilerinin değişim sürecini yaşayacakları o güne gelinmişti sonunda. Böylece erginler atalarına, topraklarına yardımcı olabilecekler, minik su perileri içinde rehber varlık niteliği taşıyabileceklerdi.. Ormanın, o pek az özel günde görülebilen köşesine gitmeleri için yedi kahverengi yol aşmaları gerekiyordu. Bu uzun ve çetrefilli yol aşıldıktan sonra, usta su perilerinin onları korumaları, -belki bu uğurda can vermeleri- gereken, ormanlarını ellerinden almaya meyilli yaratıklarla başa çıkmaları gerekebilirdi. Usta su perileri, yaratıkların asla kaçırmak istemeyecekleri ergin su perileri ruhuna erişememeleri adına önemler alarak, yola koyuldular..

Sonunda erginler ilk kez ve belki son kez görecekleri ormanın, o en güzel köşesine ulaştılar. Şarkı söyleyecek, dans edip eğlenebilecek vakitleri yoktu. Ustalar toplanıp, büyülerine başlamışlardı bile. Ustalar tedirgin, erginler hevesliydi.. Ama Raobi doğduğunda fısıldanan bülbül gibi sesiyle o şarkıyı söylemek istiyordu.Bunu yapabilirse hayatının sonuna kadar huzurla dolup taşacağını, kalbinin her an yıldızlarla dans edeceğini biliyordu.. İçi kıpır kıpırdı. Yaratıkları daha önce hiç görmemişti ve anlatıldıkları kadar kötü kalpli olduklarına inanmıyordu -sanırım daha önce hiç kötülük görmediğinden-

İçinden cesaret akarken, grubundan farketmeden ayrılıp şarkısını söyleyebileceği noktayı belirmek için uzaklaştı. İlk kez bu kadar korunmasız, ailesinden uzaktı. Uzaklaştıkca tedirginliği artıyordu ama ne olursa olsun vazgeçmeyeceğini biliyordu. Bu onun tek hayaliydi çünkü !

Sonunda aradığı yeri bulmuştu. Kalbi çok hızlı çarpıyordu. İlk kez böyle bir heyecan yaşıyordu. Ağzı kulaklarında kanat çırpmaya başladı. Konduğu yerden havalandı hızlıca, gökyüzüne doğru.. Ruhani ışıklarla kaplandı etrafı birden. Gözlerini kapadığında bile beyazdı görebildiği, nurdan.. Başladı söylemeye, o doğarken dinlediği şarkısını.. Ruhu bedeninden ayrılmıştı. Aralarındaki tek bağ göbeğinden bağlı olduğu altın renkli bir kordondu.. Yıldızlara ulaştığını farketti. Yağmuru, gök gürültüsünü, karı, havayı tanıyordu artık.. Hepsine gülücükler dağıtıyordu Raobi.. İlk kez bu kadar anlamlı hissediyordu, ilk kez bu kadar mutlu.. Hep merak ettiği sonsuzluk, sonsuz ruhanilik artık bildiği kavramlardı.. Şarkısını bitirdi ve ayakları ormanın, uğruna yedi kahverengi yol aştığı toprağına bastı.. Ağzı kulaklarında gözlerini açmaya hazırlanırken -koşup tüm sevdiklerime anlatmalıyım- diye düşündü.. Gözleri açıldı.... Karşısında daha önce hiç görmediği o yaratıklardan biri duruyordu.. Raobi'nin mutluluğu yerini şaşkınlık ve korkuya bıraktı.. Anında kendine gelip, hızlıca kanatlarını çırparak kaçmaya hazırlandı ki.. -kaçamazdı!- Tıpkı söylenen gibi bu yaratık devasaydı. Düşündü; -kalbim küçücük. İçine sığdırabileceğim bir kaç güzel duyguyla dolu. Ya onunki? Onunki kocaman. İçine herşeyi sığdırabilir-


Kızgın lavlar içinde kalan su perisi Raobi tedirgindir.. Ya bu yaratık.. O sanılan kadar kötü müdür? Tüm kötülükleri sığdırabilecek kadar büyük müdür kalbi gerçekten?

....

19 Nisan 2012 Perşembe

KOLAY PORTRE

Yürüdü, yürüdü, biraz daha yürüdü..

Bu orman ona yabancıydı. Biraz tedirgindi ama olurda biri çıkar karşısına diye serdeki erkekliğini kullanmaya devam etti.. Sonunda adam yürüdüğü ormanda minik bir ceylana rast geldi. Bir süre öylece durup bakıştılar. Ne adam daha önce buralarda birine rastlamıştı ne de minik ceylan ormanında böyle bir adama. Bu adam Tanrının ormanına gönderdiği kanatsız melekmiydi?.. Yoksa! Hayır, bu neşeyle yaşadıkları ormanlarını talan etmeye gelen o iblisti?! Çalamıyordu ceylan, adamın aklından geçen hiç birşeyi çalamıyordu. İlk kez bu kadar çaresizdi ve ya melekse dedi tekrar, ya oysa!..

Biraz daha bakıştıktan sonra adam ona kimseye güvenmediğinden bahsetti. Bu kimseyi tanımadığı ormana nerden geldiğini anlattı. Başına neler neler gelmişti. Yorgundu, dinlemeye ihtiyacı vardı.. Öyle tatlı cümleler sunuyordu ki, ceylanın ruhu o hiç duymadığı şarkıyla dans etmeye başladı sonunda... Adam ceylana güvenmiyordu. Adam kimseye güvenemezdi, kimseyi sevemezdi de. Düşündü; -burası sihirli bir orman olmalıydı. Tüm güzellikler burda, hiç duyamacağım sözcükler bir araya gelip kulağımdan, dudağımdan, beynimden geçiyor, bana ulaşıyor.-


Ceylan sonunda güvendi adama.. "Hadi" dedi, "Evime götürmeliyim seni. Göstermeliyim burada yaşayan tüm renkleri, neşemi sana vermeliyim, kuşlarla şarkı söylemeliyiz, beslenmeye ihtiyacın var çok yorgunsun!" Yürümeye başladılar birlikte.. Ceylan dans ederek uzaklaşıp, tekrar yöneliyordu adama. Şarkı söylüyordu bu yabancıya, hoplaya zıplaya. Ne kadar eğlenceli olduğundan bahsedip duruyordu.. Adam ürkek adımlarla ceylanı takip etmeye başladı. Hiç bırakmadı zırhını elinden, sadece ufak tebessümler atıyordu ceylan arkasını dönüp ona bakınca.. Sonunda eve ulaştılar.. Adam gördüğü manzarayı bir daha asla başka bir yerde göremeyeceğini fark edemedi tabi, zırhı gözlerinden tekini kapatıyordu çünkü. "İçeri gel" dedi ceylan "Bir şeyler hazırladım sana. Taze bal ve tereyağı sürdüm sıcak ekmeğin üstüne. Hadi çekinme de ye"


Kuş tüyünden yastık yapmıştı ona Ceylan, bardağı bile vardı artık, şömine karşısına kurulu yatağı, baş ucunda kitapları, suyu.. İhtiyaç duyulan herşeyin en güzeli günler sonra sunulmuştu.. Artık adam da bahsediyordu ne kadar eğlenceli olabildiğinden..

Günler bir şekilde geçip, gitmişti.. Bu ev eskisinden de güzel kokuyordu artık.. Adam burada huzurluydu, evet ama SÜRPRİZzzZzz! -O asla iyi biri olamazdı.- Ceylan kadar iyi olamazdı! İblis kadar kötü de olamazdı oysaki! Gitmeliydi artık.. Ormanda kalması imkansızdı adamın. Bu ormana hiç ait olamadı. Kendi şehrinin oyunlarına, kalabalığına, çirkin manzarasına bile alışmıştı. Benimsemişti kötülükleri bile.. Burada nefes alması artık imkansızdı..

Ceylan onu ormanın sınırına götürdü.. Bıraktı.. Devam etti ormanına doğru neşeyle yine şarkılar söyleyerek.. Adam bir süre izledi Ceylanı, yol arkadaşını. Gülümsedi ve şehrine doğru yola koyuldu. Bu uzun bir yolculuk olacaktı..

Yolda, bunların hiç unutamayacağı zaman dilimleri arasına girmesi gerektiğini düşünürken, karşısına bir kertenkele çıktı adamın.. ! Şehir merkezinin dışında bir macera daha diye düşünüp ilerledi kertenkelenin arkasından..

16 Nisan 2012 Pazartesi

Bir saat bile almadı.. Üstüne titrediğim, her ayrıntısıyla ilgilenip aylarca uğraşıp kurduğum şehrin yıkılması sadece bir kaç dakika sürdü.. Ayrı ayrı her binanın boyamasına kafa patlatmış, her sokakla ayrı ayrı ilgilenmiş, insanlarını hayvanlarını bile özene bezene, zar zor seçmiştim oysaki.. Çöp tenekelerinin yerini belirlemem bile bir günümü almıştı.. Şimdi tepe taklak.. Tüm ümitler, tüm uğraşlar.. Ağızdan cıkan her söz, kalpten akan her duygunun toZları arasından şimdi koca bir toz bulutu yıkık dökük bir viraneye bakıyorum.. Bir daha o şehri bu kadar bütün göremeyeceğimi düşünüyorum.. Gerçekler sarhoşken aldığım soğuk duşa benzedi; beynimin her hücresini ele geçirdi şu dakika.. Tüm benliğimi koyduğum son projeme yalan dolan, fitne fesat karışmasına izin veremezdim.. Çünkü ben kiremitlerini tek tek hallemiştim bu şehrin, Terim var bu kentte, emeğim!
Beyazdı burası bembeyaz. Renklensin istedim. Siyah karıştı boyama, istemeden..  Dedim ki; "zaten biliyordun".. Üzülmedim sonra bu yüzden, "hazırlıklıydın, simdi yemez bu ayaklar.. Şehrine siyahı sokan sensin," 

...
Uhh, kalkıp şu tozları sileyim. 

1 Nisan 2012 Pazar

Bir bilsen nasıl güzel cümleler kuruluyor adına.. Sen kahvaltı ediyorsun ama farkında değilsin.

Bu kedi de miyavlamak için miyavlıyor zaten.. Yemeği olana saldıran salak bir kedi bu! Hergün aynı yerde, aynı tonlamayla, aynı saatlerde, aynı şeyleri yapıyor. Bir gün sadece kendisi için yaşayacağı günleri hayal ediyor olmalı -hayalini kurduğu şeyi yaparken- Çikolatayı emerek tüketiyor üstelik -bir de akıllı-, ısırmıyor.  Ve biliyor ki; bir gün, biri onu yine aynı şeyleri yaparken keşfedecek..




"Bunlar öyle uzun uzuduya düşünülecek şeyler değiL."

...
Günlerin monotonluğu bozuldu. Artık yapacaklarımız da bize mahkum değil..

Bu yüzdendir yola koyulmam; Bir delinin iç hesaplaşması gibi adımlarım.. Ve hızlı, kıvrak, izlettiriyor kendini -hiç istemesede- ..Varacağım evin, kapı kolunun paslı demirlerini özLüyormuşcasına yürüdüm.. Sende öyle biliyordun. Özlemiyorum! Sırf beynimde hikayeler türeteyim, karşılıklı konuşmalarımızı hayal edeyim diye, -o minik anlarım için- geliyorum sana. Gelme anı dışında hiç birşey umrumda bile değilmiş halbuki, dönerken anlıyorum.. Yada kızgınım hala..

Hatırlarmısın? -ki çok çok zaman önceydi- Demiştin ya sen "Dokun bi! Hiç bu kadar yumuşak deri hissetmişmiydi ellerin?" ..Öyle iştahlı anlatıyordun ki tiksinmeden dokunmuştum o fareye.. Sen daha önce hiç bu kadar yumuşak bir bedene dokunmamıştın, varlığını bile imgeleyemezdi o yaratıcı ruhun ve.. Ve sondu onu hissediş öykün, orada son buLmuştu.. O zamanlar komik gelmişti bu çocuksu halin, neşeli bir genç adam diye düşündürmüştün, acıdan yoksun... Şimdi uzun yollar yürüyen, amaçsız ayakların sana dönüp soruyor; "Be adam, anlamlandırmak için daha ne kadar süre beni kullanacaksın?" Bilmiyorsun.. Bilmiyorsun hala..

Uzun oldu seni göremeyişim, görmeyişim, görmek istemeyişim.. Etrafında ateş çemberi, bedeninde değilmişsin. Uçmalar cezbetmiş kabına sığamayan ruhunu. Perili hikayeler anlatıp korkutuyormuşsun kendi kendini.. Öykünün sonunu yazamıyormuşsun, hiç bir sonu yakıştıramıyormuşsun!.. Sonsuz öykü, donsuz adam..

Şimdi uzun yollar yürüyen, amaçsız kadının sana dönüp soruyor; "Be adam! Anlamlandırmak için daha ne kadar süre beni kullanacaksın?"

27 Şubat 2012 Pazartesi

Koca bir aptal karşındaki, değil mi ?  Şakıyamazsın sen bülbül gibi, onun gibi.. Bilmiyorum içini değil mi? Hiç görmedim seni..

Avuçladım bembeyaz gülleri, koşa koşa getirdim sana.. Dizlerinde soluklanıyorken,,, boğuldum. elimde güller, düştü yere! Eğilipte almadın be yabancı..
Aniden farkettim ki -elimde kahve, sigarayla- kalabalığa sırtım, güneşe yüzüm dönük.
Hiç istemeden açılan yaralar düştü aklıma. Beyazına gri ekledim hiç mi hiç istemeden.
Büyümüşte küçülmüş çocukların aklına, hiç kirlenmeyecek gibi duran bebeklerin bakışlarına benzeyen masum bakışlara sahipken sen.. Ben sana şarkılarımdan armağan edemedim. Güneşimi çeviremedim yüzüne, ışık saçamadım zaten aydınlık olan suratına..Sigaramın sonuna geldim. İlk defa evlerinde olmayan karıncaları düşünmeden attım onu yere, izmarit deforme olana dek çiğnedim üstünü kaba saba botlarımla. Ve şimdi tüm bunları unutup aynı botlarla adım atacağım soytarılığa

...mutsuzuz lan o zaman!


istiyorum ki öleyim, bi yandan da dibine kadar 

yaşayayım istiyorum, hatta ölümsüz olayım.. 

kaybolayım istiyorum, bi yandan da hep ortalıkta 

olayım.. İki arada bi deredeyimde; ara varsa dereye 

ulaşmam imkansız.

noluyor!!! diyorum ki uyanayım; yok, uyku tatlı 

geliyor. Diyorum ki uyuyayım artık; yok, uykum 

kaçıyor.


Kemirgen sorular!!! Kemirgen cevaplar!!! Sonra bir 

bakıyorum ki ne soru var ortada ne de cevap..



diyorum; susmasa! küfür etse de rahatlasak.